Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen Genel Başkanı Ahmet Gündoğdu, 1980’lerin şartlarına göre hazırlanan bir yasayla üniversiteleri yönetmenin, üniversitelerden bilgi ve teknoloji üretmesini beklemenin mümkün olmadığını ifade ederek, “Demokratikleşmeyi, akademik özgürlüğü, kaliteli eğitimi, güncel bilgiyi ve derinleşmiş bilinci merkeze alan, ara rejim kalıntılarından bütünüyle arındırılmış bir üniversite ve yükseköğretim sistemiyle sürdürmek gerekir” dedi.
Eğitim-Bir-Sen 6. Üniversite Teşkilatları Buluşması Alanya’da yapıldı. Üniversitelerin genel ve idari sorunlarının masaya yatırıldığı toplantıda konuşan Ahmet Gündoğdu, üniversitelerin bilim üretememesinin, akademik özgürlüğünün olmamasının temel sebebinin, devletin kesintisiz tasallutu altında kalması, çoğunlukla ceberut zihniyet tarafından yönetilmesi, hiçbir zaman bağımsız olamaması ve bağımsız olmasına da izin verilmemesi olduğunu söyledi.
Gündoğdu, “20 yılın üzeri ve altı üniversiteler var. Karşılaştırdığımızda; okutman, asistan, yardımcı doçent, doçent, profesör olmak üzere birbiri arasında çeşitli gelir kalemleri ve avantajlarla farklı ücret uygulamaları söz konusu. Akademik personelin mali ve sosyal haklarına ilişkin yeni bir çalıştay yaptık. Üniversitelerle ilgili çalışmalarımıza ve mücadelemize devam ediyoruz. Bir memur 15 yıl önce üniversiteye geçtiğinde maaşı en az yüzde 40 artarken, şimdi en az yüzde 30 düşüyor. Üniversitede hocanın mezun ettiği öğrenci Temmuz ayında KPPS’ye giriyor, Eylül ayında işe başlıyor ve hocasından daha fazla para alıyor. Üniversitede görev yapmaktan ve bilim adamı olmaktan dolayı keyiflenen bir yapı olması gerekirken, reva görülen ücretlendirmeyle hayıflanan bir akademik yapı var. Üniversitelerde akademik personel arasında acilen adil bir ücret sistemine ihtiyaç var. Adil bir ücretlendirme tablosu oluşturup bordrolar ek ödemeyle tahkim edilmelidir” şeklinde konuştu.
YÖK Kuruluş İtibarıyla Yasal Ama Çalışanlar Nezdinde Meşruiyeti Olmayan Bir Kurumdur.
İktidarın ‘2023 Vizyonu olduğuna dikkat çeken Gündoğdu, şöyle devam etti: “Hükümetin bilimin merkezi yapmak istediği bir üniversite gerçeği var. Bina olarak bilimin merkezi olacak mükemmel altyapılar oluşmasına rağmen, çalışanların gönlüne köprü kurmayı düşünmeyen bir YÖK ve buna henüz yaklaşmayan bir irade var. YÖK, kuruluş itibarıyla yasal bir kurum ama çalışanların dünyasında meşru bir kurum değil. Yük alan değil, yük olan yapı gibi görülüyor. Sorunların çözümüne katkı sunarak imajını düzeltebilir. Toplu sözleşmeye taşıdığımız akademik personelin ek ödeme probleminin aşımında sistem önerisi ve ısrar ile katkı sunabilir. Akademik camianın rahatlatılması, gelir düzeyinin yükseltilmesi ve kaynakların adil paylaşılması gerekir. Öğretim elemanlarının başka iş yapma gereği duymayacağı, 30 saat derse girme mecburiyeti hissetmeyeceği, araştırma-geliştirmeye zaman ayırabileceği bir ücretlendirme sistemi ile işe başlayabiliriz. Ülkesine katma değer oluşturacak bilimsel araştırmalara önem verecek bir sistemi ortaya çıkarmalıyız.”
Akademisyenler Kendilerine de Sahip Çıkmak İçin Sendikalaşmalı
Üniversite personelinin kamuoyu oluşturmakta daha etkin rol alması gerektiğini belirten Gündoğdu, “Akademik personel, yazılı, görsel ve sosyal medyayı daha etkili kullanarak sorunlarını ve isteklerini yansıtabilmelidir. Sorunlarının çözümü için örgütlenmelidir. Daha güçlü ses çıkarmak için örgütlenmek önemlidir. Sendikalaşmaya soğuk bakan akademik personel, sorunların devamına da dolaylı katkı sağlamış olur. Akademisyenlere sahip çıkılsın demek çok tuhaf geliyor. Bunu dememek için akademisyenler kendilerine sahip çıkmalı ve örgütlenme anlamında sayılarını/oranlarını artırmalıdır” ifadelerini kullandı.
İdari Personelin Sorunlarının Çoğu Maalesef Üniversite Yönetimlerinden Kaynaklanıyor
Üniversitelerde görev yapan idari personelin sorunlarının çoğunluğunun yasal mevzuattan değil, üniversite yönetimlerinin icraatlarından kaynaklandığını kaydeden Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Görevde yükselme kriterlerinin ihlal edilip keyfi atamalar yapılması, mobbing, 13/b sürgünleri, çalışanlar arası adaletin tesis edilememesi, yıldırma politikaları gibi sorunlar çalışanlardan kaynaklı sorunlar değil, yönetimlerden kaynaklanan sorunlardır. Bunda rektörlerin çok geniş yetkilerle donatılmasının, yönetsel kurul ve komisyonlara sendika temsilcisinin dâhil edilmemesinin payı var. Disiplin kurullarına bile sendika temsilcisini çağırmayan ve bunda da direten üniversiteler varsa, bu yasal bir sorun değildir. KİK toplantısını yapmak istemeyen ve yetkisini paylaşmaktan çekinen üniversiteler var. Siyasetten ve yönetimlerden şeffaflık, katılımcılık ve paydaşlarla iletişim isteyen üniversiteler ne yazık ki aynı şey kendilerinden istendiğinde birden tuhaflaşıyor ve içe kapanıyor, küplere biniyorlar. Bu ülkede dünden bugüne göz attığımızda, çok şeyin değiştiğini görebiliriz ama üniversitelerde maalesef az şey değişmiştir. Şikâyet eden üniversite yönetimleri unutmamalıdır ki, çalışma barışının tesisi ve çalışanların verimi yöneticilerin hatalarının azlığına bağlıdır.”
Referandumdan Sonra Üniversitelerde de Normalleşme Süreci Başlamıştır
Gündoğdu, 1980 darbesiyle getirilen YÖK yasasıyla üniversitelerin rejimin kalelerine dönüştürüldüğünü, vesayetin ve yasakçılığın en sert uygulandığı, farklı zulüm modelleri geliştiren merkezler haline getirildiğini kaydetti. İşkencenin her türlü yönteminin önce burada test edildiğini ve testi geçen yöntemlerin bütün millete uygulandığını, ikna odaları kurularak milletin evlatlarına zulüm edildiğini ifade eden Ahmet Gündoğdu, şunları söyledi:
“Birçok vatan evladı ‘öz yurdunda garip, öz vatanında parya’ konumuna getirilmiş, yükseköğrenimini ya bırakmış ya da yurtdışında devam etmek zorunda bırakılmıştır. Ayrıca yurtdışına giden akademisyenler de damgalanmıştır. Anayasa değişikliği referandumundan önce üniversiteler; milletin, öğrencilerin, akademik kadroların hizmetinde olmamıştır. Referandumdan sonra Türkiye’nin normalleşmesiyle birlikte üniversitelerde de normalleşme süreci başlamıştır.”
İnsanlık Ailesinin Ortak Paydaşlığında Bir Ortaklık Kurduk, İstikametimiz Demokrasi ve Değerler
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in değerler sendikacılığı yaptığını ifade eden Gündoğdu, “Biz üyemize kimlik biçmek için sendika kurmadık. Kimisiyle ekmekte, kimisiyle özgürlükte, kimisiyle demokraside, kimisiyle mazlumların sözcüsü olmada, kimisiyle insanlık ailesinin ortak paydaşlığında bir ortaklık kurmuşuz ve istikametimiz demokrasidir, değerlerdir. Biz milletin değerlerine, insanlığa, demokrasiye medeniyet değerlerini yeniden kuşanmaya talibiz. Onlar Ergenekon’a, PKK’ya, Balyoz Planı’na, Islak İmza’ya, uluslararası şirketlerin sermayesi, piyonu olmaya, faizcilerin, gezi zekâlısı olmaya talipler” diye konuştu.
Mazlumun Irkı ve Dini Sorulmaz
“Suriye, Mısır, Myanmar, Afganistan, Doğu Türkistan ve mazlumun olduğu her yer bizimdir” diyen Gündoğdu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz ‘Mısır İçin Direniş, İnsanlık İçin Diriliş’ mitingi yaptığımızda, Türkiye’den mazlumların küresel sözcülüğü adına en mükemmel sesi çıkarmıştık. Sağımızdaki konfederasyon bir kez açıklama yaptı, neden hep Araplara destek çıkıyorsunuz da Türklere destek çıkmıyorsunuz diye. Değerli arkadaşlarım mazlumun ırkı, dini, cinsiyeti, ülkesi sorulmaz. Adamsan, mazlumun yanında yer alırsın, adam değilsen, mazlumların o halini gördükten sonra yardım etmede, destek olmada ırk ararsın, din ararsın, ülke ararsın. Allah faşistlerden bu ülkeyi korusun.”
Eğitim-Bir-Sen ve Memur-Sen’in her zaman ve yerde darbelere karşı ve darbecilerin karşısında olduğunu belirten Gündoğdu, “Saddam Müslümanmış, Esed Müslümanmış, Sisi Müslümanmış darbeye onay veren Ezher Şeyhi Müslümanmış, ne anlamı var? Müslüman olmak, insan olmak önce zulme rıza göstermemektir. Uluslararası Rabia Platformu kurduk. 10 Ekim Perşembe günü Genç Memur-Sen öncülüğünde bütün illerde küresel adalet, yeni bir dünya, darbesiz bir dünya talebimiz için mücadeleye, söylemlere, eylemlere devam edeceğiz” dedi.
Referanduma ‘Yetmez Ama Evet’ Demiştik, Demokratikleşme Paketine ‘Evet Ama Eksik’ Diyoruz
12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa Değişikliği Referandumu’nun yeni Türkiye’nin başlamasında bir milat olduğunu söyleyen Gündoğdu, şöyle konuştu:
“Referanduma ‘yetmez ama evet’ demiştik. Eski Türkiye’nin metaforu, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü diye başlar. Kutsal olan devlettir, onun bir ülkesi, bir milleti vardır. Sever, döver ancak hiç sevdiği görülmemiş, genelde döver. Referandumdan sonra milletin ülkesi ve devleti ile bölünmez bütünlüğü metaforu başlamıştır. Yani, esas olan insan ve millet olmuştur. O gün ‘yetmez ama evet’ demiştik, bu pakete ‘evet ama eksik’ diyoruz. ‘Evet ama eksik’ demek, ileri demokrasi ve daha ileri devlet-millet kaynaşması adına çok önemli bir noktaya geldiğimizin işaretidir. Çözüm sürecinde bütün illeri dolaştığımızda ötekileri gördük. Romanlar toplumun ötekisi, onları toplum olarak öteki ilan etmişiz. Çingene demişiz. Aleviler, Kürtler, başörtülüler, dindar Kürtler iki kere olmak üzere hep öteki. Kürt, cumhurbaşkanı oldu ama Kürt olamadı; başörtülü, cumhurbaşkanı eşi oldu ama birey olamadı. Bu paket, bütün ötekilerin büyük çoğunluğunun büyük oranda beriki olmasını sağlayan bir paket olmuştur. Dün paket paket darbe vardı; şimdi darbeler bitmiş, paket paket demokrasiye geçtik. Artık eksiksiz demokrasi paketine kavuşmak istiyoruz, bu da yeni bir anayasadır.”
Andımız Tek Tip Adam Yetiştirmenin Ritüelidir
Andımızın, Reşit Galip tarafından yazılan, her darbe döneminde de 3-5 kelimesi değiştirilen tek tip adam yetiştirmenin ve yasakçılığın ritüeli olduğunu vurgulayan Genel Başkan Ahmet Gündoğdu, “Andımızın kaldırılmış olması Kamu-Sen’i, Kamu-İş’i, MHP’yi ve CHP’yi çok rahatsız etti. Her sabah, ergenlik çağına ulaşmamış, ne anlama geldiğini bilmeyen çocuklara zorla ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’ dedirttiniz. Gelin çocuklarımıza ant içirmeyelim, süt içirelim. Kamu-Sen, madem çok rahatsızsın andımızın kaldırılmasından, 11 sendikanın bütün genel merkez yöneticileri her sabah binaya girerken sendikanın önünde toplanın, andımızı okuyun. CHP ve MHP’liler de her grup toplantısında andımızı okusunlar. Yasaklanmadı, zorla okuma devri sona erdi. İnanç ve ibadet hürriyetinin önündeki engellerin kaldırılmasını, isteyenin ateistliğini, isteyenin dindarlığını yaşamasının önünde engel olmamasını, nefret suçu cezasının artırılmasını, ötekini öldürmeyi amaçlayarak aynı gemide olduğunu unutarak ülkeye zarar veren yaklaşımların sona ermesini, Türk Hava Kurumu’nun milletin derisini gasp etmesi devrinin sona ermesini; herkesin, derisini, fitresini, zekâtını özgürce vermesini sağlayan bu düzenlemeleri olumlu buluyoruz” şeklinde konuştu.
Kılık-Kıyafet Özgürlüğü Talebimizin Tamamı Karşılanmalıdır
Memur-Sen ailesi olarak Türkiye’de çok önemli bir değişime vesile olduklarının altını çizen Gündoğdu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Kamuda kılık-kıyafet dayatması olarak gördüğümüz kadınların kategorize edilmesi meselesi, on yıllardır başörtülü kadınların canını yakıyor. Çalışma hayatından dışlanan kadınların sosyal hayatta bile dışlandığı karanlık günler geride kalsın, bu ülke kendi insanına zulmetmekten kurtulsun istedik. Kamuda kılık-kıyafet özgürlüğü talebiyle başlattığımız bir dizi eylem ve etkinliği 12 milyon 300 bin imza ile hükümete taşıdık. İsteğimiz çok net: 12 Eylül bakiyesi ucube kılık-kıyafet yönetmeliği değişsin. Kadınlar arası ayrımcılık bitsin, erkek kamu çalışanları saç, sakal, favori uzunluğu, kazağının yakası gibi anlamsız dayatmalardan kurtulsun istiyoruz. Bizim talebimiz, erkek-kadın, her ikisi için özgürlük içermektedir. Demokratikleşme paketi açıklandı ve ülkenin huzuru, kardeşliği, bir ve beraberliği için çok ama çok önemli adımlar atıldı. Kadınların çalışma hayatında inancının gereği olarak başörtüsü takabilmesinin yolu açıldı ama erkek kamu çalışanlarının kravat serbestisi, saç, sakal, favori uzunluğu gibi anlamsızlıklardan kurtulmaya yönelik talebimize henüz cevap verilmedi. Bizim bu konudaki talebimiz, paketin, erkek kamu çalışanlarını da kapsaması.”